İnceleme: The Road Uphill (2011)

Japonya’da koşulan Saitama Criterium ile 2013 yol yarışı takvimini tamamlamış olduk. Kimilerine göre zaten sezon Il Lombardia ile bitmişti, kimilerine göre WorldTour’un son yarışı Tour of Beijing ile. Ama Saitama Criterium’u ile tam anlamıyla noktayı koyduk diyebiliriz artık. Önümüzde Ocak’ın 3. haftasına kadar yaklaşık 3 aylık bir ölü sezon var. Tabii yine birçok haber, takım düzenlerinde değişiklik, devam eden soruşturmaların sonuçlanması gibi gelişmeler göreceğiz ama hazır yarışlara ara vermişken, uzun zamandır odaklanmak istediğim belgesel/film ve kitap incelemelerine başlamaya karar verdim. Gerçi daha önceden iki kitap incelemesi yapmıştım ama şimdi biraz daha kapsamlı bir inceleme serisine başlamak istiyorum.

İlk incelemem için de The Road Uphill filmini seçtim. Özellikle geçtiğimiz yıl bu filmi birçok arkadaşa tavsiye ettim. Beğenmeyen de olmadı. İnternetteki yorumların bazılarında bu filmin Chasing Legends, Overcoming ve Hell on Wheels gibi benzer filmlerin yanında sönük kaldığı dile getirilmiş. Ama benim için pek öyle değil. Hatta profesyonel yarışları konu alan filmler içerisinde son dönemlerde çekilen en iyi birkaç filmden biri diyebilirim.

Giriş

Film Lüksemburglu kardeşler Frank ve Andy Schleck’in 2011 Fransa Turu’na hazırlanmasını ve Tur devam ederken yaşanan gelişmeleri normalde ekrana yansımayan perde arkası görüntüleriyle anlatıyor. Sanırım konuyu kısaca böyle özetleyebiliriz. Ama aslında film daha kapsamlı. Her ne kadar Andy Schleck’in My Tour adında geçmişte çekilen bir belgeseli olmasına rağmen, The Road Uphill bu ikilinin çocukluk yıllarından görüntülerde başlıyor. Film boyunca da olaylar aktarılırken kronolojik sıralama esas alınmamış. Ara ara geçmişten parçalar görebiliyorsunuz. Sanırım 2011 Fransa Turu’na gelene kadar Schleck kardeşlerin nasıl bir hayatı oldu o da kısaca aktarılmak istenmiş.

andy schleck junior photo 02

Andy Schleck 13 yaşında.

frank schleck junior photo 01

Aynı dönemde Frank Schleck de 18 yaşında.

andy schleck junior photo 01

Baba Johny Schleck oğullarının sporcu olmasını istediğini söylüyor. Tabii kendisi bisikletçi olduğu için etrafta sürekli bisikletler, bisiklet kıfayetlleri, aksesuarları varmış. Böylece Andy ve Frank bisikletçi olmuş diyebiliriz. Aslında bir kardeş daha var, ama kendisi bisikletçi değil.

Yine de geçmişten çok bahsedilmiyor. Andy 13, Frank de 18 yaşındayken yapılmış çekimleri izliyoruz. Bu sırada baba Johny Schleck‘in de eski bir bisikletçi olduğunu öğreniyoruz. Baba Schleck de oğulları kadar başarılı olmasa da 7 kere Fransa Turu’nda yarışmış, Vuelta’da etap kazanmış önemli bir domestikmiş. Hatta Johny’nin babası Gustav Schleck de bisikletçiymiş, yani bisikletçilik resmen Schlecklerin genlerinde var.

Gelişme

Schleck biraderlerin genç yaşlarındaki kısa görüntülerin ardından kendileri etrafında kurulan Leopard Trek takımının takım sunumu görüyoruz. Sunumda zaten sahneye 3 bisikletçi çağrılıyor, Cancellara ve Schleck kardeşler. Zaten takımın ilk gününden bu 3 bisikletçinin lider oldukları ve özellikle Fransa Turu’nu hedefleyecekleri belliydi. Sunumdan sonra kısa kısa sezon öncesi antrenman kamplarından, takımı kaynaştırmak için yapılan aktivitelerden kesitler görüyoruz. Başka herhangi bir yarış izlemeden direk Fransa Turu’na geliyoruz sonrasında.

Hepinizin bildiği gibi bir önceki sene Andy, Tour’u zinciri attığı zaman kaybettiği süreyle kaybetmişti. En azından genel kanı bu yönde. Contador’un da beklemeyip aksine atak yaptığı ve Andy’nin bu nedenle 2010 Tour’unu kaybettiği gerçeği genel anlamda kabul görüyor. Tabii film çekildiği zaman Contador’a verilen ceza açıklanmamıştı, yani Andy resmi olarak 2010 şampiyonluğunu kazanmamıştı. Bunu da hatırlamakta fayda var.

2011 Tour’unun görüntülerine geçmeden önce kısaca 2010 Tour’unu hatırlıyoruz. Kısa kısa kesitlerle Andy’nin yaşadığı zincir problemi hatırlatılıyor. Buradan da 2011 Tour’una geçiş yapıyoruz. Aslında burası güzel bağlanmış çünkü 2011 Tour’unu daha ilk etaptan önce takım otobüsünde yapılan konuşmalarla açıyoruz. Film boyunca da zaten yer yer hem takım otobüsündeki, hem de takım arabasında ve radyosundaki konuşmalara yer veriliyor. Özellikle bu bölümler benim ciddi derecede ilgimi çekiyor. Ne de olsa yarış yayınlarında bunları hiçbir şekilde göremiyoruz. Bazı takımlar (Ör: Orica-GreenEdge) etap sonralarında “Backstage Pass” dedikleri videolarda bunlardan bazılarına yer verebiliyor ama tabii ki takım taktiklerinin konuşulduğu kısımları göremiyoruz. İşte bu filmde bunlar da var. Özellikle sportif direktör Kim Anderson’ın kritik etaplar öncesinde takıma verdiği taktikleri öğrenmek güzel bir tecrübe oldu. Yalnız Anderson adına biraz hayalkırıklığına uğradım, pek otoriter bir tavrı yok gibi geldi. Belki de İngilizcesi pek iyi olmadığından böyle göründü bana ama yine de jestleri, mimikleri çok kararlı ve karizma sahibi birininkiler gibi değildi.

jens voigt go on

Jens Voigt röportajları oldukça keyifliydi.

jens voigt team car

Belgeselde takım arabasına konuk oluyoruz. Tabii bu sahnelerin bazılarında takım radyosundaki konuşmalara da tanık olma şansımız oluyor. Kaza ve lastik patlamalarında yaşanan telaşı, yarışın son kilometrelerinde bisikletçilere verilen desteği görüyoruz.

brian nygaard

Etap öncesinde takım otobüsünde Brian Nygaard konuşma yapıyor.

fabian cancellara

Fabian Cancellara için detaylar önemli. Dinlenme gününde bisikletinin, ayakkabılarının yıkanmasıyla kendisi bizzat ilgileniyor.

Aynı zamanda genel olarak biraz da konuşulan taktikler biraz sığ gibi geldi. :) Bunu ukalaca bir yorum olarak düşünmeyin, 3 haftalık bir yarışın her bir etabının 1 saatlik taktik tartışmalarını yapmaları gerekmiyor. Ama zaten filmde ekrana yansıtılanlar kritik etaplar öncesindeki taktikler detaylı ve derin değildi. Daha çok motive etme ve farkındalık yaratma amacıyla yapılan konuşmalardı. Nedense bazı etapların taktiksel ön analizinin daha detaylı olacağını bekliyordum ama öyle olmadı. Ama haklarını yemeyeyim, özellikle Galibier’de finiş görülecek olan 18. etapta Andy’nin 60 km.’lik kaçışı öncesi takım otobüsündeki konuşmalar dinlemeye/izlemeye değer. Özellikle bisikletçilerin kendileri arasındaki konuşmalar, yarışı nasıl gördüklerini yansıtıyor, yarışı okumalarındaki muhakeme mekanizmalarını da görmüş oluyoruz. Ayrıca bu konuşmalarla beraber Cancellara’ya olan saygım daha da arttı. Belki inanmayacaksınız ama neredeyse son TT etabına kadar bu taktikler konuşulurken Cadel Evans’ın adı pek anılmıyordu takım otobüsünde. Neredeyse varsa, yoksa Contador. Cadel’in ismini anan isim ise Cancellara ama yine de takımın taktiği Contador’u kollamak üzerine kuruluyordu. Belki de Tour’u bu nedenle kaybettiler kim bilir?

phil liggett

Film boyunca fikirlerine tanışılan kişilerden birisi de bisikletin efsane yorumcularından Phil Liggett. Her ne kadar son senelerde Armstrong’u destekler tarzda açıklamalarıyla eleştiri oklarımıza neden olsa da 1970’li yıllarından ortalarından beri her sene Fransa Turu’nu yorumluyor olması onu efsane yapmaya yetiyor.

philippe brunel

L’Equipe’in baş yazarı Philippe Brunel’i çok fazla takip etme şansım olmamıştı, zira kendisi Fransızca konuşuyor, yazıyor. Ama bu belgeseldeki birçok yorumuna katıldığımı söyleyebilirim. Özellikle “İnsanlar neden bisiklet sporuna ilgi duyuyor?” sorusuna verdiği cevap mantıklı geldi. Daha önceden çok fazla bu soruya kafa yormamıştım, yorduğumda da bu kadar net bir cevapla gelememiştim.

Filmde yarışın kendisinden de görüntüler var. Özellikle genel klasmanı şekillendiren etaplara ve Schlecklerin süre kazandığı/kaybettiği etaplara yer verilmiş. Mesela yarışın başındaki takım zamana karşı etabı görüntüleri ve bisikletçilerin genel olarak TTT hakkındaki yorumları hoşuma gitti. Aslında belki TV’den gördüğümüzden çok daha gergin oluyor TTT’ler. ITT’den özellikle çok farklı. Zaten bir ITT uzmanı değilseniz ve de genel klasmana oynamıyorsanız, ITT’lerde iyi derece yapmak için kendinizi parçalamanıza gerek yok. Ama TTT’de kötü performans sergilemeniz direk olarak takım liderlerine dezavantaj olacağından bütün bisikletçilerin ne kadar stresli olabildiğini görüyoruz (Muhtemelen Fabian hariç :)).

Yarış görüntülerinin arasında bisikletçilerle yapılan kısa röportajları izliyoruz. Tahmin edebileceğiniz gibi en öne çıkanları Jens’in. Buradan daha fazla detay vermiş olmayayım ama işine neden ve nasıl bağlı olduğunu kendi ağzından dinleyince daha da iyi anlayabiliyorsunuz. Bu adam boşuna 42 yaşında hala bir WorldTour takımının bir üyesi değil.

Sonuç

The Road Uphill’i benzer bisiklet belgesellerinden/filmlerinden öne çıkaran asıl noktayı anlatayım. Bu tabii benim kişisel görüşüm. İki önemli neden var. Birincisi film müzikleri. Harika! Heyecanın arttığı, adrenalin yükseldiği, nabzın 180’lere vurduğu sahnelerde ve etaplardaki müzikler o anki gerilimi bire bir yaşamanıza olanak sağlıyor. Hani bazı Cem Yılmaz esprileri vardır, belki daha önce 20 kere izlemişsinizdir ama yine de gidip o sahneyi bulur ve tekrar izlersiniz ve yine gülersiniz, aynı onun gibi. Ben de bu filmdeki bazı bölümleri belki 25 kere izledim. Hala da arada açıp açıp izliyorum. Yukarıda da söylediğim Andy’nin efsane kaçısı etabı sabahında başlayan birkaç dakikalık bölüm gerçekten çok başarılı. Her izlediğimde o gerilimi ve heyacanı yaşayabiliyorum.

Benzer bir durum da Andy’nin yağmurlu havalardaki iniş kabiliyetinin ciddi şekilde sorgulanmasına neden olan Col de Manse inişi. O etap finişi de çok başarılı aktarılmış. Zaten birkaç kere izledikten sonra açıp bu müzikleri kim yapmış diye baktım: André Dziezuk. Kendisinin Soundcloud hesabı da var, film jeneriklerini buradan paylaşıyor, The Road Uphill’inkileri de paylaşmış. Sonrasında Twitter hesabı olduğunu öğrendim ve bu filme katkısından dolayı kendisine teşekkür ettim. O da cevap vermişti. Kendisine bir de buradan ayrıca teşekkür edeyim.

fans anxiously watching

Andy, o meşhur 18. etaptaki kaçışını gerçekleştirirken Yolun kenarındaki gergin bekleyiş devam ediyor. 

people watching the tour in cafe

Burada da etap parkurundaki bir kafeden görüntü. İnsanlar heyecanlı ve bazen de gergin bir şekilde yarışı takip ediyor.

spectators along the road photo 01

Bisiklet tutkunu bir teyzemiz de yağmura rağmen gazeteden şapkasını yapmış, yolun kenarında bisikletçileri bekliyor.

Nedenlerden ikincisi ise filmin sadece bisikletçilere ve takıma odaklanmış olmaması. Tabii ki film bisikletçiler üzerine kurulu ama ara ara hem yarışı TV’den takip eden baba Schleck görüntüye geliyordu, hem de yarışı yol kenarında veya kafelerde izlemekte olan bisiklet tutkunlarının da görüntüleri. Bu tutkunların bisikletçilere daha doğrusu Schleck kardeşlere nasıl destek olduklarını ve işin ciddileştiği dakikalarda nasıl gerildiklerini yakından yaşama şansımız oluyor. Bunun yanında etap sabahlarında yaptıkları manzara çekimleri de ayrı bir güzellik katmış. Bunu da eklemeden geçmeyeyim.

fans painting the road

Etap sabahında bisikletçiler gelmeden, bisiklet tutkunları tarafından yollar boyanıyor. İşte yarış esnasında ekranlarımıza yansayan o kelimeler bu insanların emeğinin sonucu.

morning of the final time trial

mountains before stage 18

Etap sabahlarında çekilen bu görüntüler gerçekten harika. Her ne kadar canlı yayınlarda dağları, ovaları, yamaçları, tarlaları, gölleri, denizleri görebiliyor olsak da haliyle bu saatlerdeki çekimleri göremiyoruz. Bu sahnelerdeki müziklerle beraber zaten etap için iyice havaya girmiş oluyoruz bir yandan da.

Nihai Karar

Özetle benim büyük keyif alarak izlediğim bir belgesel oldu The Road Uphill. Schleck kardeşleri bazı kararlarından dolayı eleştirsem de, filmin kurgusunun ve müziklerinin hakkını vermem lazım. Sizin de izlemenizi tavsiye ederim. Profesyonel yarışları konu alan belgesellerin en başarılarından. Puan: 9,5/10

Not 1: Belgeselin genelinde genelde röportajlar konuşanların anadilinde yapılmış. Yani Voigt Almanca konuşuyor, Cancellara Almanca konuşuyor, Schleckler Lüksemburgca konuşuyor. Gömülü İngilizce altyazı ile bu konuşmalar tercüme edilmiş. Yalnız bazen altyazının eksik olduğu hissediliyor, özellikle Lüksemburgca konuşulan bazı sahnelerde. Bir iki yerde de teknik terim hatasına denk geldim mesela sarı mayo grubu diye çevrilmesi gerekirken peloton olarak çevrilmiş, ama bu kadar da olur diyelim.

Not 2: Filmin tamamını video paylaşım sitelerinde bulmak mümkün değil. Youtube’da bir kere denk gelmiştim ama kısa sürede silinmişti. O nedenle biraz daha yaratıcı olmak gerekebilir. Orjinal DVD’si için Amazon UK gibi sitelere başvurabilirsiniz. Ya da belli bir ücret karşılığında internetten izleme imkanı sunan sitelerden de yararlanabilirsiniz.

İlginç bir şekilde yazıyı tamamlamak üzereyken şu siteye denk geldim, sanırım direk olarak filmi izleme imkanı sunuyor.

Not 3: Filmi izlerseniz bir sahneye özellikle dikkat etmenizi isteyeceğim. Filmin sonuna doğru Andy Schleck zamana karşısını koşarken takım arabasında Kim Anderson ve Stuart O’Grady onu takip ediyor. Tabii ara ölçüm noktalarından da bisikletçilerin zamanlarını öğreniyorlar. Haliyle Cadel’inki çok daha iyi. Burada Anderson, O’Grady’ye dönüp “Acaba Cadel’in zamanını Andy’ye söylesem mi?” diye soruyor. O’Grady’nin ne cevap verdiğine dikkat edin. :)

Filmin IMDB linki.

Filmin birkaç değerlendirmesi (İngilizce)

wouter weylandt

Belgeselde Leopard – Trek’in koştuğu ilk büyük tur olan Giro 2011’de çok talihsiz bir kaza sonrası yarışta hayatını kaybeden Wouter Weylandt da anılıyor. R.I.P. WW108.

Filmin resmi fragmanı:

Sayfanın oluşturulma tarihi: 01 Kasım 2013
Sayfanın son güncellenme tarihi: 01 Kasım 2013

Leave a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir